Dün tabir-i caizse "it gibi" gezdikten sonra evde otursan? No, no, no! Oturmaya gelmedik. Edinburgh'ta 100 adet, etrafındaki şehirlerde de en az 20 adet görülmesi gereken yerler var. Elimde 4 ay var, kendime anı biriktirmeye ve insanlarla konuşarak İngilizcemi ilerletmek hedefim benim. O yüzden go girl!
Yumurtam, krem peynirim, cheddar peynirim olduğu için artık ağzımın tadıyla kahvaltımı yapıyorum. Genel olarak ALDI veya evden 3 durak mesafede olan Morrisons'dan alışveriş yapıyorum. 3 durak fazla gibi gelse de Edinburgh'ta durakların arası birbirine çok yakın. İnsanları yürütmek istemiyorlar herhalde. Aaaayyyy, çok kalp... Öğle yemeğim için de büyük boyutta kare tost ekmeği, dilim cheddar, dilim tavuk veya dana salam alıyorum. Burada domuz en ucuzu, tavuk ikinci sırada, dana ise en pahalısı. o yüzden bir kere dana aldım ve vazgeçtim. Önümde çooook zaman var ve idareli harcamalıyım her şeyi. Sandviçimi yaptıktan sonra termosuma sıcak su ve poşet çayımı atıp hooop dışarı.
Bugünkü rotamız yine şehir merkezi ve PSG'nin Edinburgh Kalesi tarafında kalan ve bahçenin sonunda yer alan St. John's Church. Aslında buraya yanlışlıkla gittim biliyor musunuz, ben burasını St. Giles Cathetral sandımdı 😉
Yine de bilgisini vereyim. Sonuçta yine de eski bir kilise, 1816 yılında açılışı yapılmış. Ben pazar günü gittiğim için cemaat ile karşılaştım, Opps! Yalnız, çok güzel bir bahçesi var, çıkmak istemedim.
Yine kendimi tutamadım ve mezarlıkları da gezdim.
Bahçeyi tavaf etmem bitince, görülmesi gereken bir başka yer olan ve PSG Street üzerindeki 4 katlı bir kitapevi olan Waterstone's'a uğradım. Bir tane de olsa kitap alma düşüncem vardı ancak, fiyatları görünce vazgeçtim. Onun yerine kafesinde kendime bir cappucino ısmarladım.
Hadi bir de şuradan gidem derken tesadüf eseri Alexander Graham Bell'in evine rastladım. Kilisenin tam karşısındaki sokak olan Charlotte St. üzerinde oturuyormuş. You rich bastard!

.jpeg)


.jpeg)

0 yorum:
Yorum Gönder