Normalde tek başıma gezmeye bayılıyorum. Ancak maruz kaldığım İngilizce yalnızca sabah kahvaltısı, kurs ve akşam yemeği ile sınırlı olduğundan yaklaşık 6 saatim boşta geçiyordu. Haftada 1 saat conversation club'ın bana yetmediği de düşünülürse artık birileri ile birlikte olup dil ile haşır neşir olma süremi uzatmak istiyordum.
Çok güzel bir tesadüf eseri, kurstan bir grubun cuma Glasgow ziyareti yapacaklarını duydum. Aranıza katılabilir miyim diye sorduğumda seve seve dediler ve whatsapp gruplarına beni de eklediler. Grup; Gabrieli (Brezila), Erika (Japon), Gianpiero (İtalyan), Aysha'dan (Birleşik Arap Emirlikleri) oluşuyordu. Cuma günü ayrılırken bugün (cumartesi) 08:30'da Waverley Tren İstasyonunda buluşmak üzere sözleştik.
ScotRail ile grup bileti alıp (en az 5 kişi) birlikte dönerseniz (şart bu) 1/3 oranında indirim kazanıyorsunuz. Gidiş dönüş biletiniz 11 pound oluyor. Eğer daha az kişi gitmek isterseniz bu sefer de otobüs ile gitmenizi tavsiye ederim, 10 pounda gidiş dönüş bileti alabilirsiniz. İkisinin arasında yalnızca yarım saat oynuyor. Biletlerimizi alıp peronumuzu bulup trene yerleştik. 09.05'te kalkan tren saat 10:00'da Glasgow'daydı.
Glasgow Tren İstasyonundan çıkıp biraz yürüyünce George Square'a ulaştık. Adını Kral III. George'tan alan, 1781'de yapılmış, ünlü İskoçların heykelleriyle dolu olan şehir merkezindeki meydan burası. İşte benim ayarlarım burada yavaştan bozulmaya başladı. 5 ayrı kişi 5 ayrı yerde fotoğraf çekmeye başladı ve benim normalde 2-3 dakikamı alacak iş tam yarım saatte bitti.
Hava buzzz gibi, inanılmaz bir rüzgar var ama sanırım tek üşüyen benim. Sabah saatleri olduğu için sabırla bekledim işlerinin bitmesini. Eee, dedim, bundan sonra nereye? Çünkü ben gitmeden önce planımı yapmış, nereye ne zaman gideceğim, nerede mola vereceğim, nerede yemeğimi yiyeceğim (sandviçimin ve çayımın çantamda olduğunu söylememe gerek yok sanırım) her şeyi belirlemiştim. Ama susup uyacağım gruba, çünkü ingilizce konuşmam lazım.
.jpeg) |
George Square
|
Glasgow Modern Sanat Müzesi var yakında, iki dakika yürüme mesafesinde, hadi oraya gidelim dedim. Hem sıcak bir yer hem de artık bir yer sonuçta, bişey görmüş oluruz. Şükür ki hareketlendik ve gittik.
Cidden modern sanatla benim aramda asla erimeyecek buzlar var, birbirimizi asla anlayamıyoruz.
.jpeg) |
| Şunun nesini anlayayım? |
 |
| Ya da bunun? |
Bu eserini (?) görünce, Gianpiero ve ben tamiri devam eden bir alana girdiğimizi sandık. Sanırım buraya girmememiz gerekiyor Gianpiero dedim, baksana, adamın alet çantası ortada duruyor. Ah meğerse bu da bir sanat eseriymiş? Ok, I'm done dedim ve ben çıkıyorum, sizi aşağıda bekliyorum arkadaşlar. Aradan 10 dakika sonra patır patır hepsi geldi, o 10 dakika da tuvalet molası ile geçmiş zaten 😁Hepi topu yarım saat harcadık, Güzel oldu, ısındık, tuvalete gittik ve bitti.
Saat oldu 12 ve acıkmaya başladık. Ben çantamdan sandviçimi çıkarıp kemirmeye başladım elbette ama sevgili grup arkadaşlarım ellerini kollarını sallayarak geldikleri için yiyecek bir yer bulmaya çabaladılar. tam 40 dakika bir cafeden öbür restorana girip çıktılar. Ayshanın kötü bir huyu var, kokan yere giremiyor. Ancak her restoran da yemek kokuyor. Onun girebileceği yerler bize göre pahalı (ben Dubai'li değilim, kimse değil), bizim girelim dediklerimiz ona göre kötü kokulu. En sonunda önünden daha önce geçip Gianpiero ve benim alay ettiğimiz
Laz Italian isimli yere girelim dedik.
Alay ettik çünkü laz ifadesini görünce italyanla birleşmi ikimizin de komiğine gitti, dalga geçe geçe içeri girdik. Mercimek çorbası ve fish & chips sipariş ettim. Çorbanın yanında limonu göremeyince, Türkçe olarak "ah keşke bir dilim de limonu olsaydı" diye geçirdim kiiii, garson "getirelim ablam!" dediğinde gözlerim parladı. Ben de laz ifadesini görünce Türk olacağınızı düşünmüştüm dedim. He dedi, Türküz ama İzmirli. Dedim o zaman neden laz? Eski ortak lazmış, o da öyle kalmış.
Sohbete baya daldı bizim grup, olması gerekenden bir saat daha fazla zaman harcadık. saati görünce aklımız başımıza geldi ve hemen hesabı ödeyip dışarı çıktık, kervanı yolda düzen gruba
Glasgow Katedraline gitmeyi önerdim, yoksa mal mal google'dan bi yerlere bakıyorlardı. Neyse ki önerimi kabul ettiler.
.jpeg) |
| Çok St Giles annecim ama Bu Glasgow Katedrali |
Evet, birbirine çok benzeyen iki kilise aslında. Zaten yapım yılları da birbirine çok yakın. St Giles 1124'te, Glasgow ise 1197'de yapımına başlanmış. Glasgow'daki en eski bina, aynı zamanda
Orkney'deki St Magnus Katedrali ile birlikte, İskoçya'da Reform'dan neredeyse hiç bozulmadan kurtulan tek ortaçağ katedrallidir. St Giles'ın alt katına inemiyoruz, ya da insek de wcler var ama Glasgow'daki katedralin alt katı var ve birazcık azıcık tüyler ürpertici.
Katedrali gezip bitirince yanındaki nekropolise gittik,
Viktoria döneminde kalan bu mezarlık 3500 anıt ve 50.000 mezardan oluşuyor.
Ölülerle yeterince muhatap olduktan sonra 3-5 foto daha çekindik.
İnanılmaz rüzgarlı bir gün olduğundan cidden üşüdük ve yakınlarda bir kafe var mı aradık. Şehrin içinde olmamıza rağmen baya sapa bir yerdeymişiz sanırım, yürüyerek 20 dakika uzaklıkta
George Street üzerinde
Tim Horton'u bulduk.
Kanada'dan sempatim var kendisine, hemen atladım oraya girmek için. Ben, Gianpiero ve Erika girdik, Ayshaya göre yine kokuyordu ve Gabrieli ile başka bir yer aradılar. Artık benim kıpırdayacak halim yoktu. Neyse ki ikisi benle kalmayı tercih etti.
.jpeg) |
| George Str Güzellikleri |
.jpeg) |
| Aşkım Tim Horton |
1,99 pounda bu devasa Latteyi üstelik hindistan cevizi sütlü aldım.
Edinburgh'ta 3-4 pound arası değişiyor ama Tim Horton cidden ayrı bir güzellik. Bir gün Kanada günlüklerimi yazarım umarım. Onun üstünden 2 yıl geçti ve hayal meyal hatırlıyorum ama yapmam lazım.
Artık saat 17:00 oldu, hava karardı ve bizim dönmemiz gerekiyordu. Benim açımdan pek verimli bir yolculuk olmadı, hepi topu 3 yer görerek kapattım yolculuğu. Ama ingilizce açısından iyi oldu, saatlerce konuştuk.
Tren İstasyonuna geri döndük, peronumuzdan trenimize bindik. Ben artık yemek saatini kaçırmıştım, Edinburgh'a döndüğümüzde hepimiz acıkmıştık ve sıcak bişeyler yemek için restoran aradık.
Chez Jules diye bir fransız restoranını seçti arkadaşlar,
Hannover Street'te. hayatımda ilk defa bir soğan çorbası içmeye karar verdim. Tadı ilginç biçimde güzeldi. Aysha bir de
salyangoz söyledi ama yemeğe pek hevesli değildim açıkçası.
Patates kızartmasına tav olmuştum ben. Zaten Dubai'de yedikleri daha güzelmiş, buradakini hiç beğenmemiş 😜
İşte böyle güzel, çok güzel, çok çok güzel bir günümün daha sonuna geldik.
0 yorum:
Yorum Gönder