Evet, gün geldi çattı. Benim için değişik bir deneyim olacak, çünkü yeni bir ev, yeni bir düzen, yeni insanlar. Agatha evine doğru uçarken ben de evime doğru gidiyorum, David’in hazırladığı güzel bir kahvaltıdan sonra.
Yeni evim Granton’da. 19 Ekim’de Royal Botanic Garden ziyaretimden sonra aman ne güzel rengarenk evler var burada ve hala denize giriyorlar diye şaşkın baktığım gün gittiğim yer burası.
Eve şu an bulunduğum Moredun’dan gidiş yoluna gelirsek, şanslıyım ki hat değiştirmeden gidebiliyorum. O sevmediğim, beni St. James Square’da bırakan, beni baya yürüten 8 nolu hat beni Nelsonların evinden alıp Cochrane’lerin evine bıraktı ki o ağır bavulla ( kış zamanı işte her şey ağır…) fazla yürümemek ballıyım dedirtti bana. Tabi bilemeyip bir durak erken inmişim, bu yüzden bavulu çekerken kollarım uzadı.
İşte evim. Yeşillik yokken hayal edin, kışmış gibi. Bu evin bir sağda bir de solda kapısı var. Alt ve üst kat ayrı. Benim kaldığım ev üst katta ve baya dik bir merdiven ile çıkılıyor. Neden söyledim? Çünkü bavulu tek başıma çıkarttığımdan ilk basamaklarda 20 kilo olan bavul, üst kata geldiğimde 350 kilo kadar olmuştu.
Evin sahibi Susanne. %100 İskoç ve offf çok güzel bir kadın. 3 çocuk annesi, bir kaç haftaya anane olacakmış. Evde tek yaşıyor, bir de günlerini sokakta geçiren, eve yemek yemeğe gelen bir Toledo’su var.
Bavulumu ilk kata taşıdım diye sevinirken senin odan bir üst katta demez miiiii? Neyse halime acıdı da çatı katına çıkartırken bana yardım etti.
Beni görür görmez hay Allah çok uzunsun demişti, nedenini anlayamamıştım ama çatı katı odayı görünce anladım. Oda harika, diyeceğim hiç bir şey yok. Acayip konforlu iki kişilik yatak (ki benim kaldığı evde yatak hem çok küçük hem de her döndüğümde gacır gucur ses çıkartıyor), yepyeni mobilyalar, tam karşımda kendime ait banyo ve tuvalet. Ama, işte bu kadar olumlu cümleden sonra gelen “ama” işi bozuyor. Bu kadar güzel odanın sadece kapı girişinde ve odanın ortasında dik durabiliyorum. Giyinirken, yatağa giderken, makyaj yaparken hep iki büklüm durmak zorundayım. Ve çat çut başımı tavana vurmak da bonusu. Ya boşver manzara da oda da çok güzel dedim.
Sonra Susanne’ya kuralları sordum, “ne kuralı?” dedi bana. Dedim, “hani yemek ve kahvaltı saat kaçta, öğle yemeğim için sandviç yapabilir miyim? Çarşaf değişimi, çamaşır yıkama ve temizlik günü?”
“Ah tatlım, benim değişik bir çalışma sistemim var, üst üste 3 gün evde olmuyorum, 4 gün de evdeyim. Bu 3 gün için benden istediğin gıda malzemesi varsa önceden söyle ki sipariş edeyim. Çünkü kahvaltı da akşam yemeği de sana ait.”
Tamam dedim, en azından damak tadına göre yemek yapıp bulaşıkları gıcır gıcır yıkayabilcem. Sonra beni mutfağa götürdü, malzemelerin yerini söylemek için.
İşte bakın yine pişmanım ki evin fotoğraflarını çekmedim. Bunu da o cadde üzerinde satılan bir evin fotolarından arakladım. Sadece 4 m2’lik bir mutfağı var ve o koridordan iki kişi zor geçiyor. Hani ikimiz de şişman değiliz ki rahat edebildik.
Tabi benim ilk sorduğu soru, buzdolabın nerede oldu. Cathy ve David’in evlerinde alıştığım çift kapılı kocaman siyah buzdolabı gibi büyük bir buzdolabı aradı gözlerim.





0 yorum:
Yorum Gönder