31 Ekim 2025 Cuma

31 Ekim - The Old Bell Inn, Halloween, Küçük Bir Aşk Hikayesi

31 Ekim 2025 Cuma 0

 Ehehheheeyooo Halloween kutlayacağız, sonunda göreceğim nasıl bir bayram olduğunu demiştim, Kanada'da süslemeler başlarken vardım ancak ekim ayında kalmadığım için görememiş, şansıma burada gözlemlerim demiştim ama meğersem Birleşik Krallık halkı Amerikalı ve Kanadalılar gibi çılgınca kutlamıyorlarmış. Evin önünde 3-5 balkabağı, tamam bitti. Çocuklar trick or treat yapıyorlar mı diye sordum Cathy'ye, fazla değil, evin girişindeki lambayı söndürünce kimse kapıyı çalmıyor, ben de söndüreceğim dedi. 😕

Piki, dedik yapacak bişey yok. Sadece çılgın gençlerin Avengers gibi giyinip şehir merkezindeki publara gittiğini gördüm. Değişik oluyor, otobüsten inen Captain America kostümlü erkekleri görmek 😉

Tek topladığım şeker bu kocaman marshmellow oldu.

Derste Gianpiero akşam pub'a gidelim mi diye sordu, kabul ettim. Erika da katılacağını söyledi. Erika aslında bizim kursta yaklaşık 2 ay kalacak ama sonrasında burada iş bulup çalışmayı planlıyor. İşte yaşadığınız ülke ne kadar güçlü olursa, diğer ülkelerde canınız ne isterse yapabiliyorsunuz. Aslen bankacı Erika. 28 yaşında, (buraya dikkat edelim) parasını biriktirip 2 yıl Edinburgh'ta kiralık bir ev/oda tutup kalmayı planlıyor. 28 yaşında bir insan evladı, 2 yıl boyunca kiraların yüksek olduğu Edinburgh'ta kalabilecek para biriktiriyor arkadaşlar!!! Ben bana yetecek mi diye poundu TL'ye çevirmekten imanım gevredi. Zaman geçtikçe cidden can sıkıcı bir hal almaya başladı bu kurlar. Bunun dışında, ben çalışmak istiyorum dediğinde Krallık, hay hay Japon vatandaşı, işte 2 yıllık çalışma vizen diye kadife tepside sunuyor. Ben 6 aylık vize almak için 155 dolar + tüm finansal kaynaklarımı sundum. Ve vize şartı, "gönüllü dahi olsa asla asla asla çalışmayacaksın!" oldu. İngiliz de benim ülkeme geldiğinde kapıda vize ile zırt diye giriyor benim ülke sınırlarıma. Zaten kim girmiyor ki, bırak İngiliz girsin aq!

Sakinim, sakinim... Evde David'e anlattım, The Old Bell Inn'e gideceğiz diye. David'in de arkadaşlarıyla buluştuğu yer burasıymış zaten. Çok güzel bir yerdir, güzel tercih yapmışsınız dedi. Cathy hemen sordu, kiminle gidiyorsun diye. Kurstan arkadaşım, İtalyan Gianpiero dedim. Ooooo, İtalyan erkekleri! diye bir nara attı Cathy.

Ah, dedim, yoo yoo. Çocuk 23 yaşında, pedo değilim ben 😀 Biriyle çıkmamı istiyorsanız bana yaşlı bir arkadaşınızı ayarlayın ki hemen ölsün dedim. Gülüyorlar 😊 Gülmeyin, ciddiyim 😎😎

The Old Bell Inn, bizim eve yaklaşık 4 durak mesafede. Hep gece gittiğimiz için gündüz fotosunu sitesinden arakladım.


Bu da geceki hali.


Edinburgh'ta gördüğüm en güzel şey, tek başınıza bir puba gittiğinizde kimsenin "aaa bu tek gelmiş, kesin aranıyor" diyerek sizi rahatsız etmesi gibi bir durum yok. İnsan gibi biranızı içip, cipsinizi yiyip evinize dönebiliyorsunuz, hem de korkmadan. İlk geldiğimde sokak lambalarının bizim ülkedeki gibi güçlü aydınlatmadığını görmüştüm ve bu beni biraz tedirgin etmişti. Ama baktım ki, karanlıktan zıplayıp sana tecavüz edecek zihniyette bozuk insan yok. Yürü be gülüm demiştim.


İçerisi dog friendly. zaten her yer öyle. Köpekle, kediyle yolculuk sanki çocuğunuzla yolculuk gibi karşılanıyor burada. 

Yemeklerinin yanı sıra booool booool yerel ve ulusal bira var. Yemekleri de şehir merkezine oranla ucuz ve lezzetli.

Bu kadar reklam yeter sanırım. Üçümüz buluşup hayatlarımızı anlattık birbirimize. İngilizce ve arkadaşlık açısından çok verimli bir gece oldu kendi adıma. Dönüşü de Gianpiero ile birlikte yaptık. Benim evin 2 durak ilerisi de Gianpiero'nun evi. Eve giderken bana Erika'dan çok hoşlandığını, ona açılmak istediğini söyledi. İçimde geçen aslında:

"Ne? Sen 22 yaşındasın, Erika 28 yaşında. Burada sadece bir ay daha kalacaksın, peki ya sonra ne olacak? Hayatta ne istediğine dahi karar verememiş birisin, bak kız ne güzel çizmiş yolunu. 2 yıl burada kalıp sonrasında ülkesine dönecek. Ya sonra ne olacak? Hadi her şeye rağmen söyledin. Eee? Sonu yok ki?"    

İşte bu tamamen Türk kafası. Ama aklımı toparladıktan sonra, bir İngiliz gibi düşünüp;

"Awww that’s sooo sweet. But listen, don’t worry too much about the relationship. If you make her laugh, make her feel comfortable, and show genuine interest, that’s what really matters. Just be yourself — that’s the most important thing you can do. 😄"

demek durumunda kaldım 😕

Yok yere umut verdik ya la!?

30 Ekim 2025 Perşembe

30 Ekim - Kurstaki Sunumlar, Çay Partisi, Edinburgh Close'ları, Stramash, Ceilidh

30 Ekim 2025 Perşembe 0

 Artık kursta ödevler artmaya başladı. Evde çözülmesi için verilen testlerin, okuma ödevlerinin yanı sıra artık sunumlar da hazırlamaya başladık. Bugün mesela Kathryn, derste herkesten kendi kültürüne özel bir kutlamayı anlatmamızı istedi. Ben, diş buğdayını seçtim.

Bu Hogwards Express Trenini de Gabby hepimize almış. Hemen çantama taktım.

Ders bittikten sonra, Gabrieli'nin son haftası olduğundan bir çay partisine katılmak istemişti. Aysha, Clarinda's Tea Room'u ayarladı bize. Dersi olduğundan onu biraz bekledikten sonra yürüyerek The Royal Mile sonundaki Canongate'e vardık. (The royal mile başlangıcı Edinburgh kalesi, bitişi Hollyrood Sarayı. Hatırlatayım.)

İçeriye girerken hiç tahmin edemeyeceğim güzellikte bir yerle karşılaştım, çünkü dışı böyleydi:


 Ama içerisi! Don't judge a book by its cover demişler. Hadi göstereyim size de:




Danteller, minik objeler, mis gibi çay ve fırından yeni çıkmış çörek kokusu, mutlu insanların havaya yaydığı o pozitif enerji, alım gücü, ülkeye duyulan güven ve sevgi, herkes mutlu, herkes huzurlu...

Günlük ve taptazecik ürünlerin arasından ekşi düşkünlüğüm nedeniyle limonlu pasta ve darjeeling çayını seçtim.


Ortama hepimiz ayrı aşık olduk, sağa sola bakmaktan bir süre aramızda konuşmadık bile. Çaylarımızı içtik, çöreklerimizi yedik ve tabi her zamanki gibi önce benim tuvalete gitmem gerekti. Tuvalete girdikten sonra masaya gelip, kızlaaaar tuvalete mutlaka gidin ve telefonunuzu da yanınızda götürün dedim.


Yahu bunlar ne kadar güzel ayrıntılar 💗


Ama bu güzellik sadece kadınlar tuvaleti içinmiş. Gianpiero hayal kırıklığıyla döndü 😀

Hesabı ödemek için baya bir tartıştık ama hepimizden hatrı sayılır şekilde zengin olan Dubai'li Aysha, birlikte gittiğimiz her yerin hesabını ödemek konusunda bir misyon edindi. Bizi üzmemek için de mesela hesap 65 pound geldiyse 50'sini kendisi ödüyor, kalan parayı ve bahşişi biz aramızda paylaşarak ödüyoruz. Bence sorun yok. Benim hükümetim de onun hükümeti gibi hadi senin kurs ücretini (HEM DE YILLIK) ben ödüyorum, al bu 1000 pound da sana aylık harçlık dese, ben de herkesin hesabını öderim. Benimki, kurs ve barınma ücretini ben verdiğim gibi ben gittim diye maaşımı da vermiyor!

Neyse, dönelim konumuza. Oradan çıkınca gerçekten tam bir tesadüf eseri bu güzellikle karşılaştım:


10 saniye içerisinde yapılan bir zaman yolculuğu oldu hepimiz için. Burası White Horse Close'muş. Adını 18. yüzyılın sonlarında kapanmadan önce Edinburgh'un en bilinen hanlarından biri olan White Horse Inn'den almış. Binalar 1632 yılından kalma. Burada yaşadığınızı düşünsenize!

Peki close nedir? Edinburgh'un Old Town'ının hikayesini anlatmıştım. İngilizlerin akınından korkan ve asla kaleden ve güvenli duvarlarından dışarı adım atmayan bir şehirdi burası. Close'lar da Royal mile boyunca sıralanan evlerin zemin katlarından daracık girişleri olan ve ilerisinde avluya açılan, amacı dar geçitten düşman askeri geçerse avluda bekleyen askerlerin düşmanları kıyır kıyır öldürmesi hedeflenen stratejik bir yapılanma.

Dar derken cidden dar. Bir adam geçecek kadar.

Old Town'da yaklaşık 250 tane böyle close var. Bir kısmına giremiyorsunuz artık, pubların depoları olarak ya da restoranların mutfak bölümünden mal kabul olarak kullanılıyor ama bu gibi ünlü olanlarına giriş hâlâ bulunmakta. İlerleyen zamanda göstermeyi planlıyorum. Let's close the close topic. Hehe.

Artık akşam olduğundan hepimiz akşam yemeklerimizi yemek üzere evlerimize döndük. Yemek sonrası ödev, aileyle konuşma faslı bittikten sonra biraz dinlenip grupla sözleştiğimiz üzere 21:00'de Stramash'ta ceilidh dansını izlemek üzere evden çıktım.


Ceilidh (Kay-lee şeklinde okunuyor) kelimesi İskoç ve İrlanda topluluğunun dans ve müzikle sosyalleşmesi olarak kullanılıyor. Uzun zaman önceleri bu dans sayesinde gençler birbiri ile tanışıyor, flört ve evlilik durumlarını hızlandırıyordu. Müzikler asla ağır tempolu değil, bolca hoplamalar, zıplamalar ile dolu ve iki kişi birlikte iken 6-8 kişilik gruplarla veya daha fazla sayıda kişiyle dans ediyorsunuz.


Stramash, her çarşamba 21:00'de ceilidh gecesi düzenliyor. Hatırlarsanız, 12 ekim tarihli yazımda da belirtmiştim. İşte Gabby'nin son çarşambası olduğundan hepimiz toplanıp bu güzel gösteriyi izledik. Kaplan Dil Okulları arasında oldukça popüler bir mekan burası. Okulun her hafta etkinlik takvimi yayımlanıyor, öğrenciler ister bireysel olarak (Stramash gibi) ya da öğretmenlerle birlikte etkinliklere isimlerini yazdırıyorlar.

Ceilidh dansı İskoç olmayanlar için öğrenmesi zor bir dans, hareketler genel olarak tekrarlanmıyor. Sahnedeki ekip dans pistindeki kalabalığa nasıl dans edeceğini anlatıyor, pistte de orijinal bir  etekli İskoçumuz var ve herkes onu izleyerek dans ediyor. Gençler gerçekten güzel eğleniyor. Açıkçası biz de eğlendik.

Çocuklar gibi şen bir günüm daha böyle sona erdi.

29 Ekim 2025 Çarşamba

29 Ekim - St. James Quarter, PSG Ziyaretim, Ödül Maması Başlangıcı

29 Ekim 2025 Çarşamba 0

 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun! 🎈🌟

Bugünüm diğer günlere oranla sakin geçti aslında. Dersten sonra yine St. James Quarter'a uğradım. Üst katında Bonnie & Wild adında bir yemek alanı var, içerisinde ortak alanda oturulan, etrafında çeşit çeşit yiyeceklerin satıldığı bir yer burası. 

Benim gittiğim yer de Joelato'ydu. Soğuktan şikayet edip dondurma yiyebilirim. İkisi ayrı şey bence 😀 3,25'e ballı tuzlu vanilyalı dondurma aldım. Bence değdi gerçekten. Çok fazla tatlı sevmediğim için içerisine eklenen tuz, şekerli tadı biraz kırıyor. Ah bir de, süt ve süt ürünlerinin tadı gerçekten çok güzel. Yıllar öncesinden hafızamda kalan o süt tadını bulabildim burada. 


 Biraz da mağazaları dolaştıktan sonra Princes Street üzerindeki hediyelik eşya satan mağazalara uğradım. David'in kesin uyarısı asla atlı, şal, şapka almamam üzerineydi, çünkü hintliler çinlilerin ürünlerini satıyordu ve ilk yıkamadan sonra tüm tüyleri dağılıp keçeleşiyormuş. Aslında başka da alınacak ürün yok gibi geliyor insana, sadece magnet kalıyor geriye sanki ama değil. Reçelleri de çok güzel. Bu nedenle dönerken belki alabilirim diye reçellere baktım ben de.


Eve erken döndüm, ödevlerim ve sunumlarımız var bolca. Artık buraya geleli 4 hafta olduğundan Cathy yavaş yavaş yumuşamaya başladı bana karşı. David zaten baştan beri iyiydi. Buzların erimesinin göstergesi olarak artık akşam yemeğinde normalde olmayan ikramlarla karşılaşıyorum. Bunun gibi:


Tatlı çok sevmesem de ayıp olmasın diye geri çevirmiyorum.


28 Ekim 2025 Salı

28 Ekim - St. James Quarter, National Galleries of Scotland: Portrait, Cadılar Bayramı

28 Ekim 2025 Salı 0

 Bugün, grubumla ikinci buluşmamızı gerçekleştireceğiz. Sabahki derslerde sonra Aysha'nın iş ingilizcesi dersinin, Gabrieli'nin de dönüşü yaklaştığı için yapması gereken alışverişin bitmesini beklerken Erika, Ben ve Gianpiero St. James Quarter'da John Lewis mağazasının içindeki food courta gidip yemek yedik. Noel süsleri gelmeye başlamış mağazalara. Yemekten sonra da süslere bakıp çocuklar gibi eğlendik.



Herkesin işi bittikten sonra buluşup bizim kursun tam arkasında kalan Scottish National Portrait Gallery'e sonunda girişimizi yaptık.


1889 yılında yapımı tamamlanan binada bulunan galerinin çok gösterişli bir girişi var.



Yani ben resim sergisi görmeye geliyorum diye içeri girip, binanın İspanyol gotik tarzı ile yapıldığını gördüğünüzde klasik İskoç mimarisinden farklı olduğunu ilk anda anlayıp tabloları boş verip giriş holünü incelemeye başlıyorsunuz. Zira biz öyle ayran budalası gibi ağzımız açık, portreleri unutup buraya hayran hayran bakmıştık.

Gelelim esas amacımıza: Müzenin koleksiyonunda yaklaşık 3.000 resim ve heykel, 25.000 baskı ve çizim ve 38.000 fotoğraf bulunuyor. Koleksiyon esasen Rönesans dönemindeki İskoç kraliyet ailesi, soyluları ve din adamları ile yazarların basılı portrelerinden oluşan yabancı sanatçıların eserleriyle oluşuyor. Yapan İskoç olmasa da tablodaki isimler İskoç olsa da olur mantığı ile hareket etmiş bu galeri.  koleksiyondaki en eski eser, 1507 tarihli İskoçya Kralı IV. James'in portresiymiş bu arada. 





Gianpiero İtalyan olduğu ve Roma'ya yakın bir yerde yaşadığı için fazla etkilenmiyor aslında. Bundan çok daha güzel binaların, tarihin ve sanatın içinde büyümüş birisi. Hatta doğmuş da diyebilirim, kendi evlerinin 500 yıllık olduğunu söyledi. Görmek istedik evinin fotoğraflarını, bizim için harika bir şey olmalıydı, onun için de sıradandı ve bu isteğimizi anlayamadı. Yüksek tavanlar, tavanlardaki yağlı boyalar, geniş ve içine oturulacak büyüklükte pencereler ile yaşamanın çok farklı duygular kattığını düşündüğüm, ancak Gianpiero için de sıkıntılı bir evmiş. Tarihi eser olduğundan klima taktıramıyorlarmış ve yaz geceleri camları açsa evin hemen yanındaki kafenin gürültüsü gece boyu devam ediyormuş. 😋

Gezmemiz bitince galerinin kafesinde oturup birer kahve içtik. Aysha'ya göre de kokmuyordu da girip az dinlendik çok şükür.

Cadılar Bayramı yaklaşıyor ve bizim kursun dekorasyonunun tatlılığına bakıııın!





27 Ekim 2025 Pazartesi

27 Ekim - National Galleries of Scotland: National, Portobello Beach

27 Ekim 2025 Pazartesi 0

Edinburgh'un tam kalbinde, Princes Street'e yakın, The Mound'da yer alan muhteşem bir sanat müzesini gezdim bugün. İçi de dışı da sanat eseri olan ücretsiz bir galeri burası. Bina, William Henry Playfair tarafından neoklasik tarzda tasarlanmış ve ilk kez 1859'da halka açılmış.

National Galleries of Scotland: National

Sabah her zamanki gibi sıkı bir kahvaltı ve çıkınımı doldurduktan sonra yollara düştüm. Artık ne nerde daha iyi bilgiye sahibim, şehri aklımda kolayca canlandırabiliyorum. Sadece trafik ters aktığı için durakların yönünü karıştırıyorum hâlâ ama bunu sanırım tüm turistler yaptıkları için durakların üzerinde to city (merkeze gider) from city (merkezden dağılır) ibaresi var. Ona göre ayarlamamı yapıyorum. 

İçeride 1 pound verdikten sonra alabildiğiniz token ile kiraladığınız kabinler var ve eşyalarınızı buraya koymanız isteniyor. Ardından eşyanızı yeniden almak istediğinizde verdiğiniz tokeni geri alamıyorsunuz, bir pound daha vermeniz lazım. O yüzden yanınıza su, sandviç, artık ne getirdiyseniz ceplerinize sıkıştırmayı unutmayın. İçeride de yemek yemek yasak olduğu için ben istemeye istemeye tuvalette tıkınmıştım, ya bişey olmaz demeyin. Kurallara inanılmaz bağlı insanlar ve yapılan en ufak yanlışa dair uyarı, yeri geldiğinde insanı rencide edecek şekilde büyük ve sesli yapılıyor.


Bernini, Boticelli, Drummond, Van Dyck, Monet, Rembrandt, Titian, da Vinci gibi muhteşem insanların eserleri yer alıyor.


 Eserleri parmaklamamak kaydıyla dibine kadar sokulabilirsiniz, oturup saatlerce izleyebilirsiniz, malzemelerinizi getirerek orada resim çizebilirsiniz. Yani sanata dair ne yapmak isterseniz yapabilirsiniz, ülkede sınırsız özgürlük var.


Mesela aşağıdaki videoda, tablonun neredeyse içine girecektim. Yağlı boya eser parlak saten görüntüsünün nasıl verildiğini bir türlü anlayamamıştım. Uzaktan baktığımda sanki gerçekten tablonun içerisinde saten kumaş koymuşlar gibi duruyordu. Hem verilen parlaklık hem de 3 boyutlu görüntü benim aklımı başımdan almıştı.

Glasgow gezisindeki modern sanat müzesi faciasından sonra bünyeme ilaç gibi geldi burası. Bu galerinin yanında The Royal Scottish Academy de var, yalnız orası ücretli, hem de daha az eser var. Benden uyarması.



Galeriden çıktıktan sonra sanata devam edip kısa bir müzik ziyafeti çektim kendime, sokak sanatçıları sayesinde. Normalde bir kaç pound atmak gerek ama öğrenciyim ben abi!

Sanata doyduktan sonra doğaya doymak için Portobello sahiline gittim. Bu sahil, Grantondaki sahilden kat be kat daha güzel. Hiç yosun yok, sahil çok uzun ve geniş, kumu yumuşacık ve sanki Maldivler gibi ama daha sarı renkli. Ve uzun zamandır sahillerde göremediği bollukta deniz kabuğu var. Çaktırmadan topladım elbette 😉 Buraya güneşli bir günde yeniden geleceğim, denizin maviliğini görmek için.


Ve Edinburgh'ta her köşede gayda ile karşılaşabilirsiniz derlerdi. İşte ispatı. Burada bu müziği  dinleyeceğimi asla tahmin etmezdim.


 Bu hafta sıcak, samimi Arabımız Sultan'ı ülkesine uğurladık. Hemen ardından adını bilemediğim, asla da öğrenemeyeceğim Alman öğretmen geldi, bir hafa kalıp ülkesine dönecekmiş. Hüseyin'in kursu olan LSE'ye gidiyor. Kendi okulunun grubuyla birlikte gelmiş, her geceye bir eğlence koydukları için akşamları pek karşılaşamayacağız, evi de yatmadan yatmaya kullanacak gibi bişey oluyor. O yüzden sabah da karşılaşamıyoruz, ben çıkarken o kahvaltıya geliyor. O nedenle günaydın, iyi günler dışında muhabbet kuramayacağız, haliyle adını da öğrenemedim. 

26 Ekim 2025 Pazar

26 Ekim - Grupla İlk Glasgow Ziyareti

26 Ekim 2025 Pazar 0

 Normalde tek başıma gezmeye bayılıyorum. Ancak maruz kaldığım İngilizce yalnızca sabah kahvaltısı, kurs ve akşam yemeği ile sınırlı olduğundan yaklaşık 6 saatim boşta geçiyordu. Haftada 1 saat conversation club'ın bana yetmediği de düşünülürse artık birileri ile birlikte olup dil ile haşır neşir olma süremi uzatmak istiyordum. 

Çok güzel bir tesadüf eseri, kurstan bir grubun cuma Glasgow ziyareti yapacaklarını duydum. Aranıza katılabilir miyim diye sorduğumda seve seve dediler ve whatsapp gruplarına beni de eklediler. Grup; Gabrieli (Brezila), Erika (Japon), Gianpiero (İtalyan), Aysha'dan (Birleşik Arap Emirlikleri) oluşuyordu. Cuma günü ayrılırken bugün (cumartesi) 08:30'da Waverley Tren İstasyonunda buluşmak üzere sözleştik.

ScotRail ile grup bileti alıp (en az 5 kişi) birlikte dönerseniz (şart bu) 1/3 oranında indirim kazanıyorsunuz. Gidiş dönüş biletiniz 11 pound oluyor. Eğer daha az kişi gitmek isterseniz bu sefer de otobüs ile gitmenizi tavsiye ederim, 10 pounda gidiş dönüş bileti alabilirsiniz. İkisinin arasında yalnızca yarım saat oynuyor. Biletlerimizi alıp peronumuzu bulup trene yerleştik. 09.05'te kalkan tren saat 10:00'da Glasgow'daydı.


Glasgow Tren İstasyonundan çıkıp biraz yürüyünce George Square'a ulaştık. Adını Kral III. George'tan alan, 1781'de yapılmış, ünlü İskoçların heykelleriyle dolu olan şehir merkezindeki meydan burası. İşte benim ayarlarım burada yavaştan bozulmaya başladı. 5 ayrı kişi 5 ayrı yerde fotoğraf çekmeye başladı ve benim normalde 2-3 dakikamı alacak iş tam yarım saatte bitti.

George Square & City Chambers

 Hava buzzz gibi, inanılmaz bir rüzgar var ama sanırım tek üşüyen benim. Sabah saatleri olduğu için sabırla bekledim işlerinin bitmesini. Eee, dedim, bundan sonra nereye? Çünkü ben gitmeden önce planımı yapmış, nereye ne zaman gideceğim, nerede mola vereceğim, nerede yemeğimi yiyeceğim (sandviçimin ve çayımın çantamda olduğunu söylememe gerek yok sanırım) her şeyi belirlemiştim. Ama susup uyacağım gruba, çünkü ingilizce konuşmam lazım. 

George Square


Scott Monument

Glasgow Modern Sanat Müzesi var yakında, iki dakika yürüme mesafesinde, hadi oraya gidelim dedim. Hem sıcak bir yer hem de artık bir yer sonuçta, bişey görmüş oluruz. Şükür ki hareketlendik ve gittik.

Gallery of Modern Art

Cidden modern sanatla benim aramda asla erimeyecek buzlar var, birbirimizi asla anlayamıyoruz.

Şunun nesini anlayayım?

Ya da bunun?

Bu eserini (?) görünce, Gianpiero ve ben tamiri devam eden bir alana girdiğimizi sandık. Sanırım buraya girmememiz gerekiyor Gianpiero dedim, baksana, adamın alet çantası ortada duruyor. Ah meğerse bu da bir sanat eseriymiş? Ok, I'm done dedim ve ben çıkıyorum, sizi aşağıda bekliyorum arkadaşlar. Aradan 10 dakika sonra patır patır hepsi geldi, o 10 dakika da tuvalet molası ile geçmiş zaten 😁Hepi topu yarım saat harcadık, Güzel oldu, ısındık, tuvalete gittik ve bitti.

Saat oldu 12 ve acıkmaya başladık. Ben çantamdan sandviçimi çıkarıp kemirmeye başladım elbette ama sevgili grup arkadaşlarım ellerini kollarını sallayarak geldikleri için yiyecek bir yer bulmaya çabaladılar. tam 40 dakika bir cafeden öbür restorana girip çıktılar. Ayshanın kötü bir huyu var, kokan yere giremiyor. Ancak her restoran da yemek kokuyor. Onun girebileceği yerler bize göre pahalı (ben Dubai'li değilim, kimse değil), bizim girelim dediklerimiz ona göre kötü kokulu. En sonunda önünden daha önce geçip Gianpiero ve benim alay ettiğimiz Laz Italian isimli yere girelim dedik.

Alay ettik çünkü laz ifadesini görünce italyanla birleşmi ikimizin de komiğine gitti, dalga geçe geçe içeri girdik. Mercimek çorbası ve fish & chips sipariş ettim. Çorbanın yanında limonu göremeyince, Türkçe olarak "ah keşke bir dilim de limonu olsaydı" diye geçirdim kiiii, garson "getirelim ablam!" dediğinde gözlerim parladı. Ben de laz ifadesini görünce Türk olacağınızı düşünmüştüm dedim. He dedi, Türküz ama İzmirli. Dedim o zaman neden laz? Eski ortak lazmış, o da öyle kalmış. 

Sohbete baya daldı bizim grup, olması gerekenden bir saat daha fazla zaman harcadık. saati görünce aklımız başımıza geldi ve hemen hesabı ödeyip dışarı çıktık, kervanı yolda düzen gruba Glasgow Katedraline gitmeyi önerdim, yoksa mal mal google'dan bi yerlere bakıyorlardı. Neyse ki önerimi kabul ettiler.

Çok St Giles annecim ama Bu Glasgow Katedrali

Evet, birbirine çok benzeyen iki kilise aslında. Zaten yapım yılları da birbirine çok yakın. St Giles 1124'te, Glasgow ise 1197'de yapımına başlanmış. Glasgow'daki en eski bina, aynı zamanda Orkney'deki St Magnus Katedrali ile birlikte, İskoçya'da Reform'dan neredeyse hiç bozulmadan kurtulan tek ortaçağ katedrallidir. St Giles'ın alt katına inemiyoruz, ya da insek de wcler var ama Glasgow'daki katedralin alt katı var ve birazcık azıcık tüyler ürpertici.



Katedrali gezip bitirince yanındaki nekropolise gittik, Viktoria döneminde kalan bu mezarlık 3500 anıt ve 50.000 mezardan oluşuyor.


Ölülerle yeterince muhatap olduktan sonra 3-5 foto daha çekindik.


İnanılmaz rüzgarlı bir gün olduğundan cidden üşüdük ve yakınlarda bir kafe var mı aradık. Şehrin içinde olmamıza rağmen baya sapa bir yerdeymişiz sanırım, yürüyerek 20 dakika uzaklıkta George Street üzerinde Tim Horton'u bulduk. Kanada'dan sempatim var kendisine, hemen atladım oraya girmek için. Ben, Gianpiero ve Erika girdik, Ayshaya göre yine kokuyordu ve Gabrieli ile başka bir yer aradılar. Artık benim kıpırdayacak halim yoktu. Neyse ki ikisi benle kalmayı tercih etti.

George Str Güzellikleri

Aşkım Tim Horton

1,99 pounda bu devasa Latteyi üstelik hindistan cevizi sütlü aldım. Edinburgh'ta 3-4 pound arası değişiyor ama Tim Horton cidden ayrı bir güzellik. Bir gün Kanada günlüklerimi yazarım umarım. Onun üstünden 2 yıl geçti ve hayal meyal hatırlıyorum ama yapmam lazım.

Artık saat 17:00 oldu, hava karardı ve bizim dönmemiz gerekiyordu. Benim açımdan pek verimli bir yolculuk olmadı, hepi topu 3 yer görerek kapattım yolculuğu. Ama ingilizce açısından iyi oldu, saatlerce konuştuk.


Tren İstasyonuna geri döndük, peronumuzdan trenimize bindik. Ben artık yemek saatini kaçırmıştım, Edinburgh'a döndüğümüzde hepimiz acıkmıştık ve sıcak bişeyler yemek için restoran aradık. Chez Jules diye bir fransız restoranını seçti arkadaşlar, Hannover Street'te. hayatımda ilk defa bir soğan çorbası içmeye karar verdim. Tadı ilginç biçimde güzeldi. Aysha bir de salyangoz söyledi ama yemeğe pek hevesli değildim açıkçası. Patates kızartmasına tav olmuştum ben. Zaten Dubai'de yedikleri daha güzelmiş, buradakini hiç beğenmemiş 😜

İşte böyle güzel, çok güzel, çok çok güzel bir günümün daha sonuna geldik.

25 Ekim 2025 Cumartesi

25 Ekim - Calton Hill, OMNI Center

25 Ekim 2025 Cumartesi 0

 Ders bittikten sonra bir gayret Calton Hill'e tırmanacağım dedim. Kursun ilk günü bizi tırmandırmışlardı, hatırlarsanız. Kendim yapacağım gibi bir dürtü var bende. Çünkü o zaman sağa sola daha rahat bakıyorum, durup fotoğraf çekiyorum. Bu nedenle tek başıma yapmayı daha çok seviyorum. 

Calton Hill, Edinburgh'un içinde bir tepe. Bizde olsa çoktan traşlanıp imara açılmıştı ancak, elbette işler burada böyle yürümüyor. Aslında deniz seviyesinde bir şehir olduğundan çok yüksek bir yeri yok. Tepe dediğimiz yer de denizden 103 metre yüksekte, Dikmende yaşayanlar için bakkala giderken tırmandığımız mesafe kadar ama düz bir şehirde şehri panoramik olarak görebiliyorsunuz.

İsmini yine zikredeceğim Princes Street'in sonunda yer alan ve şehrin UNESCO Dünya Mirası Alanı'na dahil edilen Calton Hill'in manzaraları, şehrin fotoğraflarında ve resimlerinde sıklıkla kullanılıyor. 

İşte böyle. Ama hava güneşli ve berrakken daha güzel görünüyor.

Calton Hill, günümüzde sadece bir tepe değil elbette. Yine gittiğinizde sizi en az 2 saat oyalayacak tarihi yapıları barındırıyor. Bunlardan ilki, İskoçya Ulusal Anıtı.


Yarım kalmış bir Yunan tapınağı gibi değil mi? Zaten yarım kalmış 😂 1822 yılında Partenon'un kopyasını dikmeye çalışmışlar ancak fon yetersizliği nedeniyle yarım kalmış. Şimdi ise kendisinden Edinburgh'un utancı olarak bahsediliyor. 1900'lerde tamamlayalım demişler ama sanırım bir düz taban veya gusül abdesti almayan bir işçi nedeniyle bir türlü tamamlanamamış... Bırak dağınık kalsın demişler sanırım.  

Şimdi sırada Nelson Anıtı var. İngiliz tarihinin en büyük koramirali Horatio Nelson anısına dikilen bu anıtın tepesinde büyük bir küre var. Uzun yıllar boyunca Edinburgh'un Leith limanındaki gemilere ve zaman sinyali olarak hizmet etmek üzere faaliyete geçmiş ve gemilerin kronometrelerini ayarlamalarına olanak sağlamış bu büyük küre.


Steward Anıtı, İskoç filozof Dugald Stewart'ın (1753-1828) anısına dikilmiş bir anıt. Bunun pek bir esprisi yok, benim bilgi de bu kadar, o yüzden kısa geçiyorum.

Ama ambiyans güzel.


Tepede aynı zamanda bir gözlemevi var ve eskilerin devasa teleskobunu görebilirsiniz.


Gezimi burada sonlandırıp Calton Hill'in eteklerinde yer alan OMNI Center'a gidiyorum. Burası bir avm değil ama içinde sinema, bir kaç restoran ve bir iki iş yeri bulunan kafası karışık bir avm. Hemen yanında Edinburgh Street Food denilen bir mekan var. Çin, japon, italyan, meksika mutfağının sokak lezzetlerinin satıldığı, bir çeşit hidden gem olarak adlandırılan mekan. Homies Pizza deyip duruyorlardı, denemek istedim.


 Jalapeno biberinin üzerine dökülen bal cidden fark yaratıyormuş.


PSG'mi yine tavaf ettikten sonra evcazıma dönmeden yumurtam azalmış, yumurta aldım. Ben donarken adamlar çıpıdık çıpıdık geziyorlar...




 
◄Design by Pocket