17 Aralık 2025 Çarşamba

17 Aralık - Christmas Süslemeleri

17 Aralık 2025 Çarşamba 0

 Edinburgh’ta Aralık ayı geldiğinde Noel süslemeleriyle şehrin ışıl ışıl olacağını ve bas bas “Noel, Noel!” diye bağıracağını düşünmüştüm. Evet, ışıklar yanıyor, çelenkler asılıyor ama her şey ölçülü. İlk fark ettiğim şey buydu. Christmas süslemeleri burada bir “gösteri” değil; sanki şehrin zaten var olan ruhuna eklenen küçük ama yerinde dokunuşlar gibi.



Old Town sokaklarında yürürken süslemeler özellikle sade. Taş binaların arasına serpiştirilmiş sıcak sarı ışıklar, kapılara asılmış yeşil çelenkler ve metal detaylar… Kimse bu tarihi dokunun önüne geçmeye çalışmıyor. Aksine, süslemeler geri planda durup şehri daha görünür kılıyor. Abartı yok, gürültü yok. Edinburgh’un bu bakış açısı gerçekten çok farklı, asla kendisinin önüne geçmesini istemiyor.



New Town’a geçtiğimde ise düzen hissi daha belirgin. Işıklar simetrik, renkler sınırlı, her şey planlı. Sokak lambalarına asılan yıldızlar neredeyse askeri bir disiplinle dizilmiş gibi. İlk başta soğuk gelebilir ama birkaç dakika sonra fark ediyorsunuz: bu düzen, Edinburgh’a çok yakışıyor.



Princes Street’te yürürken bir yandan vitrinlere bakıyor, bir yandan karşıdan yükselen kaleyi izliyordum. Christmas ışıkları kalenin silüetiyle birleşince ortaya çok güçlü ama yine de sakin bir görüntü çıkıyor. İnsan bakmaktan yorulmuyor. Burada süsleme göz yormuyor; tam tersine insanı yavaşlatıyor.



Mağaza vitrinleri de aynı anlayışta. Az obje, net bir tema. Çoğu vitrin bir hikâye anlatıyor; kış, ev, yalnızlık, sıcaklık… Plastik, parlak, göz alan süsler neredeyse yok. Her şey bilinçli bir sadelik içinde.



Edinburgh’ta Christmas süslemelerini sevmemin nedeni belki de bu: kimse sizi mutlu olmaya zorlamıyor. Işıklar var ama bağırmıyor, süsler var ama önünüze geçmiyor. Şehir kendi kimliğinden vazgeçmeden Noel’i karşılıyor.



Bence Edinburgh’ta Christmas, “ne kadar süsledik” değil, “ne kadar yerinde süsledik” meselesi. Ve bu işi çok iyi yapıyorlar.


16 Aralık 2025 Salı

16 Aralık - Bir Daha 2. El Kitapçılar, Water of Leith

16 Aralık 2025 Salı 0

 İkinci el kitapçıların büyük kitapçılardan ortam ve koku olarak büyük farkları var. Zaten fiyat farkına 6 Aralık tarihli yazımda değinmiştim. Ortam nasıl farklı, şöyle diyebilirim. Geniş bir alan yok. Kitap rafları ile aranızda çok az bir mesafe oluyor, bazen yerde, bazen tavana kadar alanda, her boş bulduğunuz yerde kitap görüyorsunuz. Buna bağlı olarak da inanılmaz güzel bir kitap kokusu var. Ha, ben seviyorum o ayrı. Babanızdan kalan kitaplar var ise, onu açıp kokladığınızda eski kitap kokusu diye bir şey var ya hani. İşte 2. El kitapçılarda o kokuyu kitabı açmadan duyabilirsiniz. 

Bakın, fotoğrafın kokusu yok mu sizce de?

En güzel tarafı da birbirlerine yakın olması. Bir iki sokak aralıklarla dağılmış bu kitapçıları fazla yürümeden gezmek mümkün. 

Kitapçılarda ruhumu doyurduktan sonra biraz da gözlerimi doyurmak için Water of Leith boyunca yürümeye karar verdim. Aslında bu nehirden bir kaç kere bahsettim size. Ama genel bir bilgi vermedim. İlte şimdi tam sırası sanırım.

Water of Leith, İskoçya'nın Edinburgh şehrinin merkezinden geçen, Pentlands Tepeleri'nden başlayıp (Edinburgh’un güneybatısında bir dağ sırası) Leith limanına ve ardından Forth Körfezi yoluyla denize dökülen yaklaşık 35 km uzunluğundaki nehirdir. Etrafındaki yürüyüş yolları, Stockbridge ve Dean Village’in içinden geçişi, kırsal bölgede vahşi yaşamın su ve sığınak kaynağı oluşu, coğrafi ve doğal varlıklar açısından önemli bir kaynak yapıyor kendisini.

Stockbridge derken arkadaşlar, ben size bu ülkede ömür 50 yıl uzar derken kaynak götüm değil, bilmenizi isterim: 

Stockbridge semtinde Water of Leith kıyısındaki evlerin sonbahardaki hali. Ben kışın videosunu çektim, baharda böyle. Cennet, cennet!

15 Aralık 2025 Pazartesi

15 Aralık - Kathyrn’in Davetlisi Olarak “Carols by Candelight”

15 Aralık 2025 Pazartesi 0

 Kursta seviye tespit sınavımın tarihi yaklaştıkça iyice İngilizceye asıldım. Artık bir üst kura çıkmak istiyorum çünkü sınıf artık beni yavaşlatıyor. Bu nedenle hocam bana bol bol test ve yazı ödevleri veriyor ki testi çözerken madi gudilere gelmeyelim. İşte bugün de Kathyrn’in davetlisi olarak Central Church’e gidene kadar okuma, yazma, alt yazı olmadan film izleme ile geçti. Yemeğimi yedikten sonra Agatha ile birlikte Fountainbridge’deki kiliseye gidip Deborah, Erika, Francesco ile buluştuk. 

Benim Hristiyan bir ülkede ilk Noel zamanlarım olduğu için ne yaptıklarını çok merak ediyorum. Bunu hocamla da paylaştığımda beni kiliseye davet etti. Açıkçası çekindim, benim ne işim var ki dedim kendisine. Bunun din veya inançla ilgili olmadığını, sadece nasıl kutlandığını görmemi istediğini söyledi. Zaten ben de merak ediyordum, sadece müslümana ne derler dedim aman ne diyecekler aq? Bizim gibi sıkıntılı insanlar değiller.

Evet, ortam böyle. İki ilahi (ama gayet modernize edilmiş) arada incilden bir kaç söz, sonra yine şarkı kıvamında ilahi diye devam etti.


 Deborah, Agatha, Francesco zaten Hristiyan. Erika da katolik okulunda okumuş. Gerçekten de ciddi anlamda tek yabancı bendim bu sefer. Ama dinledim, izledim. İlahi demeyeyim de şarkıları söylerken ellerini havaya kaldırıp kendinden geçenleri gördüm. Aşırılık her alanda saçma arkadaşlar.

Program bitince Kathy bizi yukarı kata çıkardı. Bir Amerikalı ile birlikte hem sohbet ettik hem de ağaç süslemeleri yaptık.


Ben sanıyorum ki ağacı süsleyeceğiz, onlar da anı olsun diye bize vereceklermiş.

Tabi ki seve seve çantama attım iki süsü de. 

İşte böyle sakin, huzurlu, musmutlu bir pazar günü Edinburghta geçti gitti.



14 Aralık 2025 Pazar

14 Aralık - Stirling, Tinsel&Tartan, Stirling Smith Art Gallery and Museum, Stirling Castle, Darnly Coffee House, Church of the Holly Rude

14 Aralık 2025 Pazar 0

 Stirling'i elinde tutan, İskoçya'yı elinde tutar!

Ya ben bu şehri nasıl anlatırım bilmiyorum. Nedenini bilmediğim bir şekilde çok sevdim bu ortaçağdan kalma İskoç şehrini. 50.000 kişilik nüfusu ile gez gez bitmeyen tarihi mekanlarıyla eğer gidilebilirse bir çok alan sunuyor kendisi.

Waverley Train Station'da Deborah ve Erika ile buluşup trene atlayıp geldik Strling'e. Yoğun bir program ve soğuk hava bizi bekliyordu. Trenden inince önce şehir merkezinde tur atmaya başladık. Daha önce dediğim gibi, İskoçya'da her şehir birbirine benziyor. Stirling de bu kuralı bozmamış.


 Çok sakin, az insan, az araba, bol yeşillik ve bol temiz havanın bulunduğu bu şehri acele etmeden turlarken çok tatlı bir dükkanla karşılaştık: Tinsel&Tartan Handmade Scottish Souvenirs.


Bu küçücük dükkanın içersindeki hediyelik eşya çokluğu hepimizin gözlerinden kalpleri fışkırttı.

Deborah yanında kaldığı aile için hediyelerini aldıktan sonra oradan çıkıp yürüyerek Stirling Smith Art Gallery and Museum'a vardık. 

1874'teki kuruluşundan bu yana Stirling tarihinde çok özel bir rol oynayan müze, sanatçı Thomas Stuart Smith'in (1815-1869) vasiyetiyle Stirling Belediyesi tarafından sağlanan arazide kurulmuş. Müze ve kütüphane okuma salonuyla birlikte ağırlıklı olarak çağdaş sanat galerisi olarak hizmet vermesinin yanı sıra Stirling bölgesi için bir galeri, müze ve kültür merkezi olarak da kullanılıyor. Stirlingshire'ın tarihi eserleri ve resimlerinin yanı sıra çağdaş sanatçılara da sergi fırsatları sunmaktaymış.


Yağlıboya eserlerini gördükten sonra iki kapılı bir yerden geçince hangar gibi bir alana çıktık aniden müze içersinde. Hiç beklemediğimiz biçimde sanki zaman tüneline girmişcesine bizi Stirling'in tarihine yönlendirdi bir anda. 


Yolculuğumuza tarih öncesi balina kemikleri, bronz çağı lahitleri ve Roma çanak çömlekleriyle başlayıp William Wallace, Kral Robert Bruce ve Bağımsızlık Savaşları hakkında bilgi edinip İskoç demokrasisinin Stirling sokaklarında nasıl kurulduğunu keşfettirdi bize. İşin en eğlenceli tarafı da hangarın içerisindeki bir alanda kostümler ile önceki çağlara ışınlandığınız bu koridorda onlar gibi giyinebiliyorsunuz.


Böyle 😉

Geçirdiğimiz harika zamandan sonra Stirling Kalesine doğru yürümeye başladık. Aslında tırmanmaya başladık diyebiliriz çünkü, kaleler doğası gereği bir tepe üzerinde bulunmak zorunda. İnanın doğru yolun o yol olup olmadığına emin değildik, tepede bir yapı vardı, google bize evet doğru yoldasınız diyordu ama patikadan bata çıka, nefes nefese kalarak sonunda kaleye ulaştık.


Fotoğrafta çektiğimiz çile belli değil sanki ama kaleye çıkınca ne kadar yüksekte olduğumuzu anladık:


Her zamanki gibi olmazsa olmazımız, mezarlığımız:



Stirling Kalesinde yapılarının çoğu 15. ve 16. yüzyıllardan kalma. İngiltere ile birleşmeden önce, Stirling Kalesi, hem bir saray hem de bir kale olarak kullanılan birçok İskoç kraliyet konutundan en çok kullanılanlarından biriymiş ve 1542'de İskoçya Kraliçesi Mary de dahil olmak üzere birçok İskoç kralı ve kraliçesi Stirling'de taç giymiş, doğmuş veya ölmüş.


Castle of Edinburgh'tan üstün olan özelliği, içerisindeki odalarda eşyalar vardı. İşte ben bunu gerçekten seviyorum. Yanlış bir hayale bırakmadan, odaların o zamanlarda nasıl kullanıldığını, iç dekorasyonunun ne şekilde olduğunu görmek istiyorum ve bu kalede bunu bulabildim.


Belki kendi tarihi olduğu için bir İskoç veya İngiliz bunu tahmin edebilir, bilebilir ama o topluluğun tamamen dılından gelen benim gibi insanlar için eskiden nasılmış halini görmek tatmin ediciydi.


Hatta bu kadarını tahmin etmiyordum diyebilirim. İşte işini seven isanların gösterdiği adanmışlık seviyesi. İşte cesaret, işte feraset, işte fedakarlık, işte mertlik, işte adam gibi adamlık!


Kralın Huzur Odası'nın tavanı, başlangıçta "günümüzde mevcut olan en iyi İskoç Rönesans ahşap oymacılığı örneklerinden biri" olarak tanımlanan, Stirling Başları olarak bilinen bir dizi oyma meşe portre yuvarlak figürüyle süslenmişti. Ayna yardımı ile tavanda bulunan tüm ahşap süslemeleri inceleme şansına eriştik.


Yemek ve dinlenme molasının ardından biraz daha gezip,


Verdiğimiz paraya (19,5 pound) Edinburgh Kalesinden daha fazla değen kalemize yavaş yavaş veda ettik.


Ardından ısınmamız gerekti, bu İskoç halkı soğuğu bizim hissettiğimiz gibi hissetmiyorlar anacım. Biz donduk valla, o yüzden şehir merkezinde güzel bir kafe aradık, Darnly Coffee House'a karar kıldık.


Google puanı 4,8'miş. Sanki biraz bonkör davranmışlar gibi geldi ama sıcacık mekan hepimize iyi geldi.


Anam içim dışım donmuş valla. Sandviç zaten hava kadar soğuk, yerken beton yiyorum sanmıştım. Termosumda her zaman çay var ama nedense hepimizin canı sıcak bir yemek çektiği için bişeyler yemeye karar verdik.


Tereyağı sürdüğüm sıcak ekmekler, sıcak ve bol körili çorba ile çok iyi geldi.


16:08'de hava böyle olmuştu, soğuktu ama hiçbirimizin canı gitmek istemiyordu. Kuzeye yakın olmanın değişik tarafı, havayı bu renkte gördükten sonra yaklaşık 5 dakika içersinde karanlığa geçiş yapıyorsunuz. Hal böyle olunca da, hadi bir çılgınlık yapıp Church of the Holly Rude'un hemen yanındaki mezarlığa gidelim dedik. Yazarken diyorum kendime, mal mısın kızım?


He gittik, al noooldu derken camekan içerisinde güzel bir heykel gördük. Aha o oldu.


Israrla gitmiyoruz işte. Hadi budan girek, hadi burdan çıkak, acaba christmas market var mı onu da arayak diye diye şehir merkezinde yürüdük.


Emekli şehri gibi anacım, in cin top atayi. Yapacak bişey bulamayınca mecbur artık geri dönelim dedik.


Otele bak beeee 😍

Şehir sanki 20:00'de kapanıyormuşçasına sokaklar boşaldığı için artık mecburen döndük Edinburgh'a.
 


 

13 Aralık 2025 Cumartesi

13 Aralık - Edinburgh’da Herkes İçin Yer Var

13 Aralık 2025 Cumartesi 0

Yaklaşık 500.000 kişilik nüfusu olan Edinburgh'ta her canlı için yer var. Genel olarak Türk insanının aklında, yarımada insanlarının çok soğuk varlıklar oldukları düşünülür. 

Hayır! Onlar asla işlerinize burunlarını sokmazlar. Asla ne zaman evleneceksin, kilo mu aldın, sevgilin var mı gibi kaba saba, özel alanınıza giren tek bir soru sormazlar. Misafirlerini 10 çeşit yemeğe boğmazlar belki ama kişisel alan sınırı, toplumsal terbiye üst düzeydedir. Belki kendi toplumlarından veya dinlerinden veya ırklarından olanlara daha hoşgörülüdür diyebilirsiniz, onlar genelde siyasetçilerdir. Doğrudur, AB ülkesinde yaşayan beyaz ve hristiyan ırkı kayırabilirler ama onlar siyasetçi. Ahlakın olmadığı kesimden bahsediyoruz. Ama bizim konumuz, Edinburgh.

Edinburgh, tarihi sokaklarıyla dışarıdan bakıldığında biraz ciddi, biraz ağırbaşlı bir şehir gibi görünebilir. Ama içine adım attığınız anda bambaşka bir hava sarar etrafınızı. Çünkü Edinburgh, yaşayan her bireyin kendine ait bir alanı, bir söz hakkı ve bir güvenlik hissi olması gerektiğine inanan şehirlerden biridir. Yani burada gerçekten “herkes için yer vardır.”

Edinburgh’da çocuklar sadece şehrin küçük sakinleri değil; kent planının bir parçası olarak toplumda yer alır. Parklar, oyun alanları, müzelerdeki interaktif bölümler, aile dostu kafeler… Hepsi oldukça yaygın bu şehirde. National Museum of Scotland’daki çocuk galerileri, minik ziyaretçilerin hem eğlenip hem öğrenmesi için tasarlanmıştır mesela. Sadece müzeler değil, şehrin dört bir yanındaki community centre’lar çocukların sosyal etkinliklere katılmasını teşvik eder haldedir. Kütüphaneler de çocuk kitap kulüpleri ve “storytelling time” etkinlikleriyle sürekli dolup taşıyor burada. Edinburgh’da ebeveynler çocuklarıyla şehirde dolaşırken hiç zorluk çekmezler; kaldırımlar geniş, toplu taşıma uygun ve çoğu mekân bebek arabası dostudur. Çocuklara gösterilen bu saygı şehrin en sıcak taraflarından biri.

Edinburgh, üç büyük üniversiteye (University of Edinburgh, Heriot-Watt University, Edinburgh Napier University) ev sahipliği yaptığı için genç nüfusun enerjisiyle dolu. Öğrencilere saygı sadece “kampüs yaşamıyla” sınırlı değil; tüm şehir gençlerin varlığını kabul ediyor ve destekliyor. Kafeler, çalışma alanları ve kütüphaneler gençlerle dolu ve çoğu mekân öğrencilere indirimler sunuyor. Sanat, tiyatro ve müzik festivallerinde gençlerin üretimlerine özel alanlar ayrılıyor. Şehir içi ulaşımda öğrenciler için makul fiyatlı seçenekler var. En önemlisi de gençlerin kendilerini ifade etme hakkına duyulan saygı. Edinburgh, gençlerin fikirlerini, giyimini, duruşunu sorgulayan değil; onları olduğu gibi kabul eden bir yer.


Edinburgh’da yaşlıların toplumdaki rolü çok değerli görülüyor. Günlük hayatta bunu birçok yerde fark edebilirsiniz: Toplu taşımada yaşlılara yer verme sadece bir nezaket değil, neredeyse doğal bir refleks. Kütüphanelerde, community centre’larda ve belediye binalarında yaşlılara yönelik ücretsiz sosyal etkinlikler, kurslar ve toplantılar düzenleniyor. Şehrin pek çok noktasında “age-friendly” tabelaları var; bu mekânların erişilebilirlik standartlarını karşıladığını gösteriyor. Edinburgh’da yaşlı bireyler yalnız hissetmesin diye kurulan topluluklar, gönüllü grupları ve sosyal programlar, şehri daha dayanışmacı kılıyor.


Edinburgh'ta herkese yer var derken işkembedeb sallamadığımın bir diğer göstergesi de LGBT bireyler. LGBT bireyler, burada sadece “kabul edilen” değil, aynı zamanda görünür ve aktif bir topluluğun parçası. Şehirde her yıl düzenlenen Edinburgh Pride, binlerce kişinin katıldığı renkli bir festival. LGBT dostu mekânlar, özellikle Leith ve Old Town bölgelerinde oldukça yaygın. Üniversitelerden belediyeye kadar birçok kurum eşitlik politikalarını açık şekilde yürütüyor. En önemlisi ise şehirde güvenlik hissi çok yüksek. İnsanlar el ele yürürken, kimliklerini ifade ederken veya kendi tarzlarını yaşarken tedirginlik hissetmiyor. Bu, Avrupa’da her şehirde bulunmayan önemli bir özgürlük.

Edinburgh, dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlerin kendine yeni bir hayat kurabildiği sıcak bir şehir. Burada göçmen olmak çoğu zaman bir “yabancılık” değil, büyük bir çeşitliliğin doğal parçası olarak görülüyor. Marketlerde farklı diller duyarsınız, kafelerde dünya mutfaklarını bulursunuz, üniversite çevrelerinde farklı kültürlerin özgürce kaynaştığına tanık olursunuz. Belediyenin dil destek programları, üniversitelerin kültürel entegrasyon etkinlikleri ve mahallelerdeki toplum merkezleri, yeni gelenlerin kendini yalnız hissetmesini engeller. Edinburgh’da göçmenler yalnızca “misafir” değil; şehrin dokusunu zenginleştiren sessiz kahramanlar olarak kabul edilir. Tabi eğer gerçekten ülkenin işine yarıyorsanız. AB'den çıkınca bu aşırı hümanist durumu çok şükür ki değiştirdiler.

Edinburgh’da hayvanlar gerçekten şehrin saygı gören sakinleri arasında. Köpekler parklarda özgürce koşar, kafelerin çoğu “dog-friendly” tabelalarıyla kapılarını onların pati izlerine açar. Şehirde sokak hayvanı görmek neredeyse imkânsızdır; hayvan refahı konusunda düzenlemeler ve denetimler oldukça güçlüdür. Holyrood Park’taki kuğulara, Arthur’s Seat eteklerindeki tilkilere ve Royal Botanic Garden’daki kedi ziyaretçilere saygıyla yaklaşılır. Sıklıkla toplu taşımalarda kedi, köpek ve insan birlikteliklerini görebilirsiniz. Veteriner hizmetleri yaygın, barınaklar ise eğitime, sahiplenmeye ve hayvanların mutluluğuna odaklanır. Kısacası Edinburgh’da hayvanlar yalnızca varlığı tolere edilen canlılar değil, hayatın doğal ve sevilen bir parçasıdır.

Bu şehirde herkesin yeri var da bir bana yer bulamadın EDINBURGH!

12 Aralık 2025 Cuma

12 Aralık - Relaxed Movie Screening, Eric Liddell Community

12 Aralık 2025 Cuma 0

 


Sabah kursa giderken çok güzel bir gökyüzü eşlik etti bana. Belki kendi şehrimde işe giderken de güneş böyle doğuyor ama işe yetişme telaşından, stresten hiç bir şeyin farkına varamıyoruz. Ben, en azından kısa bir süre de olsa fark edip bunun tadını çıkardığım için mutluyum.


Ders bitince Erika ile buluşup Eventbrite aracılığıyla bulduğum bir başka ücretsiz etkinliğe katıldık. Eric Liddle Community adında bir hayır kurumunda sinema gösterisi vardı. Eric Liddell Community; 1924 Olimpiyatları 400 metre altın madalyalı sporcusu, İskoç Ragbi milli sporcusu ve kendini adamış bir misyoner olan Eric Liddell'ın anısına 1980 yılında kurulmuş bir hayır kurumu. Demans hastalarına, hasta bakıcıların izole yaşantısına ve insanların kendilerini yalnız hissetmemeleri için haftanın belirli günlerinde toplanıp kaynaştırma amaçlı etkinlik yapan güzel bir kurum haline gelmiş. Biz de bizden 40 yaş büyüklerle birlikte neol zamanının yaklaşması nedeniyle "34. Caddedeki Mucize" isimli 1947 yapımlı filmi izledik.

Ortam gerçekten çok tatlıydı. Herkes neredeyse 75 yaşın üstünde, en genç ben, Erika, gönüllü bir-iki genç. Kahve, kurabiye ikram olarak verip aralarında ilk defa gördükleri bu iki insanı tanımak için yarıştılar. Neredeyse her masada oturup sohbet ettik. Burada yaşayan insanların soğuk olduğunu söyleyenin kalbini geri dönüşsüz kırarım 😒

Filmden çıktıktan sonra cadde boyu yürüyüp hediyelik mağazalara ve mağazaların dışındaki noel süslemelerine baka baka zaman geçirdik.


Belki anlatım açısından çok zengin olmadı ancak Erika ile güzel zaman geçirmek, hiç bir gaye olmadan sakin sakin yollarda yürümek kadar aslında zengin bir durum yok bence.


11 Aralık 2025 Perşembe

11 Aralık - Edinburgh'ta Ne Yenilir, Ne İçilir, Edinburgh'tan Ne Alınır?

11 Aralık 2025 Perşembe 0

 Tam 3 aydır burada bulunduğum, uyku, yemek ve ders zamanlarımın dışındaki her anımı gezerek, araştırarak geçirdiğim için artık güvenilir bir kaynak olarak ne alacağınızı, ne yiyeceğinizi, ne içeceğinizi anlatabilirim. Toplanın, başlıyorum.

Şehrin büyüsü ortaçağ gibi, bulunabilecek hediyeler de sanki o zamandayız gibi fazla çeşitli değil. Herkes zaten magnet, anahtarlık, tişört, mug gibi sıradan hediyelik eşyaları rahatça bulabilir. Tüm bu aradıklarınız Princes Street, Nicholson Street, The Royal Mile boyunca sıralı olarak sizi bekliyor.

Eğer, ben kendimi bir klan üyesi gibi tartanlarla donatacağım, ekose makosenlerimi kafese kapatacağım diyorsanız işte listeniz: 😂


Etekten atkıya, çantadan battaniyeye tüm İskoç klan desenlerinin geniş bir yelpazesi Tartan Weaving Mill and Exhibition'da bulunabilir. 


Edinburgh Kalesinin hemen yanında, oldukça geniş olan bu mağazada sadece ekose ürünleri değil,


Tarihle ilintili birbirinden farklı ürünleri,


Edinburgh'la ne alaka diyeceğiniz diğer bir çok ürünü de bulabilirsiniz.

Eğer üst segment takılmak isterseniz ise Johnstons of Elgin'i önereceğim. Kaşmir ürünlerin yer aldığı "aaa 500 pound elimin kiri" derseniz, 11 Multrees Walk'ta sizi bekliyor. St. Andrew Square'den St. James Quarter'a giden minicik Nişantaşımsı bir sokak var. Zaten görünce anlarsınız. Girişte Louis Vuitton karşılıyor sizleri.

Benim önerim ise "Fudge". Şeker, tereyağı ve sütün karıştırılmasıyla yapılan bir şekerleme türü ve envai çeşide sahip. En güzel örneği, The Royal Mile'ın Hollrood Palace'a yakın kısmında bulabileceğiniz 197 Cannongate'de. 

Almadan önce tadım yapabileceğiniz, en az 20 farklı çeşidine ulaşabileceğiniz çok tatlış bir yer burası.


Tekli, 9'lu, 18'li (ya da 15 hatırlayamıyorum) alma şansınız var.

Çikolata da öneririm size, St. James Quarter'da Hotel Chocolate'da el yapımı çok lezzetli çikolatalar bulabilirsiniz. Fiyatı 11 pound civarında.

İskoçya denilince akla ilk gelen viski oluyor ki haklısınız. Suları çok lezzetli olduğundan yapılan her viskinin tadı da ayrı bir harika. Size şudur budur diye öneremiyorum, genel olarak İskoçya'da alınan her viskinin güzel olacağına eminim. Royal Mile Whiskies'de tadım yapabilir, merak ettiğiniz tüm şişeleri sorabilir, The Scotch Whisky Experience'de daha turistik ama daha fazla çeşide ulaşabilirsiniz. 

Greyfriars Bobby’nin oradaki The Old Town Soap Co.'yu sabun anlamında tavsiye ederim. Zaten içeri girdiğinizde mis gibi notalar burnunuza dolduracak. İskoç lavantası, highland otları, yulaflı sabunlar gibi küçük ama karakterli hediyeleri var.

Kahve için diyebileceklerimi zaten ısrarla söyledim. Sadece fotoğraf çekimi için güzel olan ama başka bir üstünlüğü olmayan The Milkman'i ben eliyorum. Knoops veya binaların alt katındaki herhangi bir kahve dükkanına gönül rahatlığıyla girebilirsiniz. Buraya yazmadım ama scone yiyebilirsiniz. Bana fazla hitap etmeyen, sıradan bir hamur sadece. Fırın anlamında belki birşey almak için uzun ve zor yollardan geçebilirsiniz ama Lannan Bakery güzeldir.

Çay için ise size benim de gidip bayıldığım, dekorasyonu ile fark yaratan Clarinda's Tea Room'u (Cannongate) ve The Willow Tea Rooms'u tavsiye ederim. Willow'un kale manzarasına bakarak çayınızı yudumlayabilirsiniz.



Pub'lara sıkça gitmedim ama Cowgate, Victoria Street'te istemediğiniz kadar var. Hatta merkeze inmenize bile gerek yok. Her mahalle kendisine özel publarla dolu ve her biri diğerinden farklı havaya sahip. Toolbooth Tavern'i de ekliyorum listeye.

Sıra geldi yiyecek kısmına. İngiliz mutfağından çok şey beklemiyordum ama beklediğim bir kaç çeşidin de en iyisini buldum diyebilirim. Öncelikle haggis için önerebileceğim The Witchery by the Castle ve Whiski Bar&Restaurant. Ben evde yediğim için kuru gelmişti ama gerçek haggis tadına buralardan ulaşabilirsiniz.

Fish&Chips için de iki önerim var. The Fishmarket (Newhaven) ve Bertie’s Proper Fish&Chips. Bertie'nin avantajı Victoria Street'te olması.

Cullen Skink! Füme mezgit, patates ve soğandan yapılan koyu bir İskoç çorbası ve muhteşem bir lezzete sahip. Biz kızlarla Cannongate'deki Mackays On The Mile'da denedik be offfff..... Deneyin de görün 😍



Sticky Toffee Pudding için M&S Marketten tutun en lüks restorantı tavsiye derim. Her yerde güzel, tatlı, ılık ve yapışkan.... Bizimkilerin Christmas tatlısı bu.


Bir de Irn-Bru. Koladan daha fazla tüketilen içecek. Sarı kola 😀 Mükemmel kokteyl elementi.


Yemek için tavsiye edeceğim esas yer ise Makars Mash Bar. Ama burası için ayrı bir yazı hazırlayacağım.
 

10 Aralık 2025 Çarşamba

10 Aralık - Museum on the Mound, Yeniden New College, The Writers' Museum

10 Aralık 2025 Çarşamba 0

 Dersimiz bittikten sonra Agatha ile birlikte planlarımız Museum on the Mound ve The Writers' Museum oldu. Hazır o tarafa (Edinburgh Kalesinin etekleri) çıkmışken New College'a da uğrayalım dedim. Zira Agatha benim dediğim yer dışında başka bir yere gidip de "burası da neymiş?" diyecek birisi değil.

Museum on the Mound adını bulmak Edinburgh'lular için zor olmasa gerek. "Höyükteki Müze" birebir çevirisi. The Mound meselesini 8 Kasım tarihli yazımda anlatmıştım. İsteyenler için o yazımın linkini buraya bırakıyorum.

Museum on the Mound, aslında ne sanatla, ne doğayla ilgili bir müze. Konusu belki sıkıcı bile gelebilir bazıları için: Para ve ekonomi. Tarih boyunca İskoçya Bankası'nın bastığı sikkeler, kağıt ve madeni paraların sergilendiği bir koleysiyona sahip. Artık İskoçlar kendi paralarını basmadığı ve pound kullandığından İskoç paralarını görmek için bir fırsat.

Basılan ilk sikkeden...

Günümüzde kullanılan madeni paralara,

Bir milyon pound ne kadar hacme sahip olduğunu görebileceğimiz bir konu akışına sahip.

İngilizler kooperatifçiliği çok sever, bu konuda da öncü konumdalardır. Kooperatifçilik faaliyetlerini de görebileceğiniz bir bölümü var. Benim en çok ilgimi çeken kısım da, kooperatif evlerinin planlarının yer aldığı, ne kadar ödeme ile nasıl bir eve sahip olunacağının anlatıldığı kısım olmuştu.


Museum on the Mound'dan hemen karşıya geçtiğinizde Lady Stair's Close içerisinde çok çok çok güzel bir müze daha var: The Writer's Museum. Önde gelen üç İskoç yazar olan Robert Burns, Walter Scott ve Robert Louis Stevenson'un hayatlarının sergilendiği müze koleksiyonunda portreler, eserler ve kişisel objeler yer alıyor. Eğer edebiyattan hoşlanıyorsanız ya da 17. yüzyılda inşa edilmiş bir İskoç evinin içini görmek istiyorsanız mutlaka ama mutlaka gitmenizi öneririm.


Robert Burns, şiirlerini hafif İskoç İngilizcesiyle yazan, doğum günü olan 25 Ocak tarihinin İskoçya'da ulusal bir gün olarak kutlandığı (Burns Night) İskoçya'nın en ünlü şairi. El yazıları, karalamalar ve yazı masasının bulunduğu müzede bir diğer koleksiyon da Walter Scott'a ait.

Walter Scott anısına dikilen Scott Monument hakkındaki kısa bilgilere 10 Ekim tarihli yazımda bulabilirsiniz.  Scott'un eserleri İskoçya'da (doğal olarak) ve Avrupa'da oldukça popüler ancak Türkçeye çevrilen iki eseri var: Ivanhoe, Kenilworth, Gölün Hanımı ve Margaret Teyzemin Aynası. Ivanhoe'yu okumayı istiyorum. Şu an The Dune ile cebelleştiğim için bitince almak hedefim. Müzede de Scott'un sallanan atı, kişisel eşyaları, satranç tahtası gibi koleksiyonlar var.

Bir diğer yazar da Robert Louis Stevenson. Define Adası, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde dersem hemen hatırlarsınız. Ben Dr. Jekyll ve Mr. Hyde'ı İngilizce okumayı denemiştim. Viktorian döneminde yazılan bu eserin dili beni baya zorlamıştı, itiraf ediyorum. Kendisine ait incilden kendi ilüstrasyonlarına kadar geniş bir koleksiyona sahip.


 İtiraf ediyorum, ben eserlerden çok binanın mimarisi ve tarihiyle daha çok ilgilenmiştim. Ev, 1622 yılında inşa edilmiş bir taş bina ve kapıdan girişteki o muhteşem galeri benim ağzımı bir karış açmama ve bir daha kapatamama neden olmuştu.


O yıllarda hırsız alarmı gibi bir teknoloji söz konusu olmadığından merdivenlerin yüksekliğindeki düzensizlik aslında hızlı hareket eden hırsızların kaçarken düşüp yaralanması amacıyla yapılırmış, bunu da burada öğrenmiştim.


Şu güzelliğe bakar mısınız?


Müzeden çıkınca close'un içinde dolaşmayı da ihmal etmeyin.


Edinburgh'un close'ları 💓Bu videodan da rahatça görebilirsiniz, o daracık geçidi ve geniş avluyu. Dar geçitten sonra o alanda bekleyen askerleri de düşünün sonra. Anaaam, katliam!

Müze ziyaretimizden sonra New College'a götürdüm Agathayı. Sonunda boş bulabildik ve güzel bir fotoğraf çektiğimi düşünüyorum.


Masal gibi bir günüm de böyle bitti...



 
◄Design by Pocket