Stirling'i elinde tutan, İskoçya'yı elinde tutar!
Ya ben bu şehri nasıl anlatırım bilmiyorum. Nedenini bilmediğim bir şekilde çok sevdim bu ortaçağdan kalma İskoç şehrini. 50.000 kişilik nüfusu ile gez gez bitmeyen tarihi mekanlarıyla eğer gidilebilirse bir çok alan sunuyor kendisi.
Waverley Train Station'da Deborah ve Erika ile buluşup trene atlayıp geldik Strling'e. Yoğun bir program ve soğuk hava bizi bekliyordu. Trenden inince önce şehir merkezinde tur atmaya başladık. Daha önce dediğim gibi, İskoçya'da her şehir birbirine benziyor. Stirling de bu kuralı bozmamış.
Çok sakin, az insan, az araba, bol yeşillik ve bol temiz havanın bulunduğu bu şehri acele etmeden turlarken çok tatlı bir dükkanla karşılaştık: Tinsel&Tartan Handmade Scottish Souvenirs.
Bu küçücük dükkanın içersindeki hediyelik eşya çokluğu hepimizin gözlerinden kalpleri fışkırttı.
Deborah yanında kaldığı aile için hediyelerini aldıktan sonra oradan çıkıp yürüyerek Stirling Smith Art Gallery and Museum'a vardık.
1874'teki kuruluşundan bu yana Stirling tarihinde çok özel bir rol oynayan müze, sanatçı Thomas Stuart Smith'in (1815-1869) vasiyetiyle Stirling Belediyesi tarafından sağlanan arazide kurulmuş. Müze ve kütüphane okuma salonuyla birlikte ağırlıklı olarak çağdaş sanat galerisi olarak hizmet vermesinin yanı sıra Stirling bölgesi için bir galeri, müze ve kültür merkezi olarak da kullanılıyor. Stirlingshire'ın tarihi eserleri ve resimlerinin yanı sıra çağdaş sanatçılara da sergi fırsatları sunmaktaymış.
Yağlıboya eserlerini gördükten sonra iki kapılı bir yerden geçince hangar gibi bir alana çıktık aniden müze içersinde. Hiç beklemediğimiz biçimde sanki zaman tüneline girmişcesine bizi Stirling'in tarihine yönlendirdi bir anda.
Yolculuğumuza tarih öncesi balina kemikleri, bronz çağı lahitleri ve
Roma çanak çömlekleriyle başlayıp
William Wallace,
Kral Robert Bruce ve Bağımsızlık Savaşları hakkında bilgi edinip İskoç demokrasisinin Stirling sokaklarında nasıl kurulduğunu keşfettirdi bize. İşin en eğlenceli tarafı da hangarın içerisindeki bir alanda kostümler ile önceki çağlara ışınlandığınız bu koridorda onlar gibi giyinebiliyorsunuz.
Böyle 😉
Geçirdiğimiz harika zamandan sonra Stirling Kalesine doğru yürümeye başladık. Aslında tırmanmaya başladık diyebiliriz çünkü, kaleler doğası gereği bir tepe üzerinde bulunmak zorunda. İnanın doğru yolun o yol olup olmadığına emin değildik, tepede bir yapı vardı, google bize evet doğru yoldasınız diyordu ama patikadan bata çıka, nefes nefese kalarak sonunda kaleye ulaştık.
Fotoğrafta çektiğimiz çile belli değil sanki ama kaleye çıkınca ne kadar yüksekte olduğumuzu anladık:
Her zamanki gibi olmazsa olmazımız, mezarlığımız:

Stirling Kalesinde yapılarının çoğu 15. ve 16. yüzyıllardan kalma. İngiltere ile birleşmeden önce,
Stirling Kalesi, hem bir saray hem de bir kale olarak kullanılan birçok İskoç kraliyet konutundan en çok kullanılanlarından biriymiş ve 1542'de İskoçya Kraliçesi Mary de dahil olmak üzere birçok İskoç kralı ve kraliçesi Stirling'de taç giymiş, doğmuş veya ölmüş.
Castle of Edinburgh'tan üstün olan özelliği, içerisindeki odalarda eşyalar vardı. İşte ben bunu gerçekten seviyorum. Yanlış bir hayale bırakmadan, odaların o zamanlarda nasıl kullanıldığını, iç dekorasyonunun ne şekilde olduğunu görmek istiyorum ve bu kalede bunu bulabildim.
Belki kendi tarihi olduğu için bir İskoç veya İngiliz bunu tahmin edebilir, bilebilir ama o topluluğun tamamen dılından gelen benim gibi insanlar için eskiden nasılmış halini görmek tatmin ediciydi.
Hatta bu kadarını tahmin etmiyordum diyebilirim. İşte işini seven isanların gösterdiği adanmışlık seviyesi. İşte cesaret, işte feraset, işte fedakarlık, işte mertlik, işte adam gibi adamlık!
Kralın Huzur Odası'nın tavanı, başlangıçta "günümüzde mevcut olan en iyi İskoç Rönesans ahşap oymacılığı örneklerinden biri" olarak tanımlanan, Stirling Başları olarak bilinen bir dizi oyma meşe portre yuvarlak figürüyle süslenmişti. Ayna yardımı ile tavanda bulunan tüm ahşap süslemeleri inceleme şansına eriştik.
Yemek ve dinlenme molasının ardından biraz daha gezip,
Verdiğimiz paraya (19,5 pound) Edinburgh Kalesinden daha fazla değen kalemize yavaş yavaş veda ettik.
Ardından ısınmamız gerekti, bu İskoç halkı soğuğu bizim hissettiğimiz gibi hissetmiyorlar anacım. Biz donduk valla, o yüzden şehir merkezinde güzel bir kafe aradık,
Darnly Coffee House'a karar kıldık.
Google puanı 4,8'miş. Sanki biraz bonkör davranmışlar gibi geldi ama sıcacık mekan hepimize iyi geldi.
Anam içim dışım donmuş valla. Sandviç zaten hava kadar soğuk, yerken beton yiyorum sanmıştım. Termosumda her zaman çay var ama nedense hepimizin canı sıcak bir yemek çektiği için bişeyler yemeye karar verdik.
Tereyağı sürdüğüm sıcak ekmekler, sıcak ve bol körili çorba ile çok iyi geldi.
16:08'de hava böyle olmuştu, soğuktu ama hiçbirimizin canı gitmek istemiyordu. Kuzeye yakın olmanın değişik tarafı, havayı bu renkte gördükten sonra yaklaşık 5 dakika içersinde karanlığa geçiş yapıyorsunuz. Hal böyle olunca da, hadi bir çılgınlık yapıp
Church of the Holly Rude'un hemen yanındaki mezarlığa gidelim dedik. Yazarken diyorum kendime, mal mısın kızım?
He gittik, al noooldu derken camekan içerisinde güzel bir heykel gördük. Aha o oldu.
Israrla gitmiyoruz işte. Hadi budan girek, hadi burdan çıkak, acaba
christmas market var mı onu da arayak diye diye şehir merkezinde yürüdük.
Emekli şehri gibi anacım, in cin top atayi. Yapacak bişey bulamayınca mecbur artık geri dönelim dedik.
Otele bak beeee 😍
Şehir sanki 20:00'de kapanıyormuşçasına sokaklar boşaldığı için artık mecburen döndük
Edinburgh'a.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bi' sus da biz konuşalım diyenler buyursun :)